www.dersimizmuzik.net deyiz.Hala Kayıt Olmadınız mı?
 


ein Bild

ÇAĞDAŞ TÜRK MÜZiĞi TÜRK BEŞLERi

Çok sesli müzik eğitimi, senfonik orkestra, müzikli sahne oyunlari, gerçi Atatürk zamanindan önce yurdumuza gelmiştir. Ama çok gelişmiş bir Musiki kültürünün temel birikimleri olan bu kuruluşlar, asil Atatürk zamaninda ve onun kişisel ilgisi ve direktifleriyle kurumlaşmiş, Cumhuriyet Türkiye’si kültürünü belirleyen elemanlarin başinda yer almişlardir. Latin harflerini kabulü ve Türkçe’nin sadeleşmesi esasina dayanan dil devriminin yani sira; Atatürk dönemi kültür değişmelerinin en önemlisi bir bakima da en verimlisi Musiki alaninda gerçekleştirilmiştir. Türk Beşleri’nden bahsetmeden ve bu büyük olayi ana hatlari içinde göstermeden önce, Türkiye’de, Cumhuriyetin ilani sirasindaki Musiki kurumlarini kisaca gözden geçirmek gerekir. ATATÜRK DÖNEMi MUSIKi DEVRiMi Cumhuriyet ilan edildiğinde Türkiye’de iki önemli musiki kurumu bulunmaktaydi. Muzikay-i Hümayun ve Darülelhan… Her ikisi de istanbul’daydi. Muzikay-i Hümayun 1828 yilinda 2. Mahmud tarafindan kurulmuştu. 1826’da Yeniçeri teşkilatinin kaldirilişi ile birlikte, buna bağli Mehterhane de lağvedilip, yerine Avrupa askeri bandolarina benzeyen bir müzik teşkilati kurulmuş, başina italya’dan ünlü opera bestecisi Gaetano Donizetti’nin kardeşi, Guiseppe Donizetti getirilmişti. Çok sesli müziğin devlet eliyle ülkemizde ilk kurumlaşmasi böyle olmuştu. Cumhuriyetin ilani sirasindaki Muzikay-i Hümayunun başinda, Osman Zeki Bey bulunmaktaydi. Osman Zeki Bey, şefliğini yaptiği Saray Orkestrasiyla, 1. Dünya Savaşi sirasinda, müttefikimiz olan ülkelerde, senfonik konserler vermişti. Darülelhan ise bir musiki eğitim kurumu idi. 1916 yilinda Maarif Encümenine bağli olarak kurulmuştu. Burada Türk ve Bati musikisi eğitimleri birlikte sürdürülmekteydi. Cumhuriyet öncesi çok sesli müzik ürünlerinin en yaygin türü askeri marşlardi. Bu alanin da öncüsü “Mahmudiye” ve “Mecidiye” marşlarinin bestecisi Donizetti Paşa idi. Daha sonra Rifat Bey, Mehmet Ali Bey ve Leyla Hanim günümüze kadar yaşayan bazi marşlarin bestecileri arasinda yer aldilar. Çok sesli müziğin bir başka gelişme alani da müzikli sahne eserleriydi. Tanzimat döneminde ülkeye birçok Avrupa opera ve operet kumpanyalari gelmiş, bunlarin etkisi sonucu, özellikle gayri Müslim Osmanli sanatçilari arasinda bu türde eser verme gayretleri görülmüştür. Bu çalişmalarin hiç kuşkusuz en çok tanina Dikran Çuhaciyan’in, ilk olarak 1875’te temsil edilen “Leblebici Horhor Ağa” adli operetiydi. Bunlarin ötesinde, cumhuriyetin ilanina kadar, ülkemizde senfonik müzik alaninda dikkate değer bir çalişmanin kaydina henüz rastlayamadik. Yani Türk asilli bir bestecinin, orkestra müziği alaninda, senfonik bir türde eserinin herhangi bir icra olayindan hiçbir kaynak söz etmemektedir. Cumhuriyetin ilani sirasinda Türkiye’nin en dikkate değer iki çok sesli müzik bestecisi ismail Zühtü Kuşçuoğlu ve Edgar Manas’tir. izmir’de musiki öğretmenliği yapan ismail Zühtü’nün bazi marşlari dişinda, bestelemiş olduğu senfonik eserlerin hiçbiri bugüne kadar henüz icra edilmemiştir. Bu, Türkiye’de çok sesli müziğin gelişme tarihi bakimindan büyük bir eksikliktir. ismail Zühtü Kuşçuoğlu’nun musiki tarihimiz bakimindan bir başka önemi de Adnan Saygun’un ilk musiki öğretmeni olmasidir. Ermeni asilli Edgar Manas’in da bir musiki öğretmeni alarak, Darülelhan da bir çok öğrenciye emeği geçmiştir. Osman Zeki Üngör tarafindan bestelenen istiklal Marşimizin orkestralanmasini da hazirlayan Edgar Manas’in senfonik eserlerinden “Þark Rapsodisi” ancak Cumhuriyet döneminde seslendirilebilmiştir. Cumhuriyetin ilani günlerinde 19 yaşinda bir delikanli, Fransa’da müzik eğitimini tamamlayarak, çantasinda dört operasinin çalişma taslaklariyla yurda dönmüştü. Cemal Reşid adli bu genç müzikçi yeni bir soluk olarak Darülelhan’in öğretim kadrosuna katildi. işte Cumhuriyet ilan edildiğinde çok sesli müzik alaninda devralinan birikim ana hatlariyla böyleydi.. Cumhuriyetin ilanindan sonra Türkiye’de kurulmakta olan yeni siyasi ve toplumsal düzenin, yeni bir kültür anlayişi ile desteklenmesi, hatta bu yeni düzenin kendine uygun yeni bir kültür yaratmasi doğaldi. Osmanli Devleti ile Türkiye Cumhuriyeti arasindaki fark , hiç şüphesiz hükümdarliğin bir hanedandan gelen padişah yerine, millet meclisinin seçtiği bir cumhurbaşkanina geçmesinden ibaret değildir. En önemlisi, Osmanliliğin bir milletler mozaiği özelliği taşiyan çok uluslu yapisinin çökmüş olmasi, yerine tek millet esasina dayanan milli bir devletin kurulmuş olmasiydi. Türkiye Cumhuriyeti, millet olarak Türk Ulusunu, dil olarak Türkçe’yi kabul eden bir “Milli Devlet” olarak ortaya çikmaktaydi. Bunun musikideki sonuçlarina bakmadan önce buradaki Türklük ve millet kavramina bir açiklik getirmek gerekir. Atatürk “Ne Mutlu Türk Olana” değil; “Ne Mutlu Türküm Diyene” demekle durumu en özlü biçimde açiklamiş olmaktaydi. Yeni devletin Türklük ve millet anlayişi, irkçilikla etnik köken esasina değil, siyasi birlik ve kültür ortakliği, özgür vatandaşlik esasina dayanmaktadir. Türkiye Cumhuriyetinin gündemine aldiği en önemli sosyal siyaset ise, Atatürk’ün deyimiyle “Muasir Medeniyet” seviyesinin üstüne çikmak, yani bugünkü deyimi ile “Çağdaşlaşmak” idi. Milli olmak ve çağdaşlaşmak cumhuriyet devletinin kurucusu Atatürk tarafindan konulan, birbirini tamamlayan iki kültür ilkesi olduğu halde, Atatürk’ün ölümünden sonra, özellikle çok partili siyasi hayata geçildikten sonra bu iki temel kültür ilkesi, birbirine karşit hale getirildi; “Milli Olmak” gericilik, “Çağdaş Olmak” ilericilik haline dönüştürüldü. Bu, kültür hayatimizda büyük bir kargaşalik ve keşmekeşe yol açti. Bu durumun en keskin görüntülerine özellikle müzik alaninda rastlanmaktadir. “Türk Musikisi – Bati Musikisi” , “Tek Sesli Musiki – Çok Sesli Musiki” gibi uzlaşmasina imkan olmayan karşitliklar yaratilmiştir. Bunlar hatta zaman zaman düşmanliğa varan kültür cepheleri haline sokuldu. Sonuçta, belirli bir milli kültür siyaseti olmasi gereken devletin yapisi içinde iki karşit kültür siyaseti güden müzik kurumlari ortaya çikti. Atatürk Musiki alaninda ne yapilmasini istemişti, ne oldu? Bu açiklikla bilinirse devletin bu alandaki kültür siyaseti de daha kararli, yapici ve verimli bir hale getirilebilir. Atatürk’ün Musiki alaninda ilk icraati 1924 yilinda Muzikay-i Hümayunun Saray Orkestrasini istanbul’dan Ankara’ya getirerek, “Riyaseti Cumhur Musiki Heyeti” adiyla, bugünkü “Cumhurbaşkanliği Senfoni Orkestrasi”ni kurdurmak oldu. Ayrica gene Muzikay-i Hümayun elemenlarindan yararlanarak Ankara’da “Musiki Muallim Mektebi” kuruldu. Bu okulda hem Türk Musikisi hem de Bati Musikisi eğitimi yapilmaktaydi. Her iki kuruluşunda başina Osman Zeki Bey getirildi. Ayni zamanda “istiklal Marşi”nin da bestecisi olan Osman Zeki Bey cumhuriyetin ilk kuruluş yillarinda devletin en yüksek Musiki memuru idi. “Riyaseti Cumhur Musiki Heyeti”nin Ankara’da Osman Zeki Bey yönetiminde 11 Mart 1924 günü ilk konseri bir Türk bestesiyle başladi: Osman Zeki Üngör’ün “Cumhuriyet Marşi”. Ondan sonra Beethoven’in 5.Senfonisi çalindi. Atatürk’ün Musiki alaninda devlet siyaseti olarak ilk icraatinin başkentte bir senfonik orkestra kurdurmasi ve ilk konserin milli bir Türk bestesi ile açilmasi, üstünde çok dikkatle durulmasi gereken bir olaydir. Gene Atatürk’ün direktifiyle 1924 yilindan itibaren Musiki eğitimi görmek üzere Avrupa ülkelerine gençler gönderilmeye başlandi. Bu gençlerin arasinda Osman Zeki Bey’in oğlu olan Ekrem Zeki Ün (1924-1930), Ulvi Cemal Erkin (1925-1930), Necil Kazim Akses (1926-1934), Ferit Alnar (1927-1932) ve Ahmet Adnan Saygun (1928-1931) yillari arasinda çeşitli Avrupa ülkelerinde müzik eğitimi gördükten sonra yurda döndüler ve daha önce başka imkanlarla Avrupa’da müzik eğitimi görüp 1923’de Darülelhan’a müzik öğretmeni olarak dönen Cemal Reşit Rey ile birlikte Cumhuriyet döneminin ilk besteci kuşağini meydana getirdiler. “Milli Musikimiz, memleketimizdeki halk Musikisi ile Garp musikisinin imtizacindan doğacaktir” diyen Ziya Gökalp gibi, Atatürk’de Cumhuriyet Türkiyesi’nin yeni Musiki kültürünün halk musikisinden kaynaklanmasi gerektiğini düşünmekte, bu yoldaki çalişmalari teşvik etmekteydi. istanbul’da Darülelhan’da önemli bir Türk Musikisi bilgini olan, Rauf Yekta Bey’in öncülüğünde Türk Halk Musikisi araştirmalarina girilmişti. Bu ortam içinde Darülelhan’in genç Musiki öğretmenlerinden Cemal Reşit Rey 1925 yilinda halk türkülerimi çok seslendirme denemelerine girişerek bu yolun öncüsü olarak sivrildi. Musikide bu geniş ileri adimlar atilmaktayken, devrimci davranişin sonradan geri tepecek yanlişliklari da olmaktaydi bunlarin ilki 1926’da Darülelhan’in istanbul Belediye Konservatuari haline getirilirken burada Türk Musikisi eğitiminin yasaklanmasidir. Bu davraniş tek sesli geleneğe bağli Türk musikicileriyle, cumhuriyet devletinin desteklediği, çok sesli çalişmalar yapan Türk musikicileri arasinda günümüze kadar süre gelen bir uçurumun ortaya çikmasina sebep oldu. Atatürk, tek sesli geleneksel Musiki ile, çok sesli Bati tarzi Musiki ikilemi üzerine şahsi görüşünü, Müniret-ül Mehdiye adli Misirli bir şarkicinin vesilesi ile, halka ilk olarak 1928 yilinda Sarayburnunda açikladi. “Artik bu şark Musikisi, bu basit Musiki, Türkün münkesif ruh ve hissiyatini tatmine kafi gelmez” diyerek kesin tavrini ortaya koydu. Kendisi geleneksel Türk musikisinden hoşlanmakla birlikte, Türk musikisinin dünyaya açilmasinin, ancak büyük senfonik orkestra eserleriyle olacağina inanmişti. Bu yolu teşvik etmekteydi. Bu yolun ilk örnekleri yurt dişinda sergilenmeye başlanmişti. ilk olarak Cemal Reşit Rey’in çok seslendirilmiş “Dört Anadolu Türküsü” 16 ocak 1927 günü, Paris’te Albert Wolff yönetimindeki Pasdeloup Orkestrasi ve Kedrof vokal üçlüsü tarafindan seslendirildi. Bunu takip eden birkaç yil içerisinde, özellikle Cemal Reşit Rey’in gayretleriyle, Paris yeni Türk Musikisinin dünyaya açilişinda bir kapi oldu. Cemal Reşit Rey’in orkestra eserlerinin bir çoğunun ilk seslendirilişi buradadir. 1929’da “Bebek”, 1932’de “Enstantaneler”, “Karagöz”, “Türk Manzaralari”, 1933’de “Concerto Chromatuque” seslendirildi. Adnan Saygun’un ilk orkestra eseri olan “Op. 1 Divertimento” da ilk olarak 1931 yilinda, öğrenciliğinin sona erdiği Paris’te seslendirilmişti. Cemal Reşit Rey yurt dişinda ciddi orkestra eserleriyle besteciliğini ortaya koymaktayken, yurt içinde, daha doğrusu istanbul’da, çevresinden gelen talepler doğrultusunda müzikalleriyle ün kazanmaktadir. 1932’de “Üç Saat”, 1933’te “Lüküs Hayat”, 1934’te “Deli Dolu” Cemal Reşit Rey’in ağabeyi Ekrem Reşit Rey’in librettolari üzerine bestelediği operetlerin ilk başarili örnekleridir. istanbul’un 1930’lu yillardaki “delidolu” yaşayişini herhalde en iyi biçimde bu operetler ifade etmekteyken, Ankara’da Atatürk’ün eli altinda, devletin milli kültür siyasetine örnek olacak daha ciddi atilimlar hazirlanmaktaydi. Adnan Saygun yurda döndükten sonra Musiki Muallim Mektebi’nde öğretmenliğe başlamiştir. Bir yandan da, bir halk Musikisi araştirmacisi olarak dikkati çekiyordu. 1934 yilinda Osman Zeki Üngör’ün emekli olmasi üzerine Cumhurbaşkanliği Senfoni Orkestrasi şefliğine Adnan Saygun getirildi. Ayni yil içinde, Atatürk kendisine birer perdelik, iki opera bestelemesi için fikir verdi. Bunlarin ilki “Özsoy” iran şahi’nin Türkiye’yi ziyareti sirasinda temsil edilebilmek için oldukça acele bir şekilde hazirlandi. ikincisi “Taşbebek” gene 1934 yilinda sahnelendi. Her ikisinin de librettolari Münir Hayri Egeli tarafindan meydana getirilmişti. Bu, ilk Türk operalarinin bizzat Atatürk tarafindan telkin ve teşvik edilmeleri, yeni devletin milli kültür ve Musiki siyaseti bakimindan önemle üzerinde durulmasi gereken davranişlardir. Atatürk 1 kasim 1934 günü T.B.M.M. de Musiki üzerine tarihi bir konuşma yaparak, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin müzik politikasina açiklik ve kesinlik getirir. Bu konuşmasinda Atatürk şunlari söyler: “Bir ulusun yeni değişikliğinde ölçü, Musiki değişikliğini alabilmesi, kavrayabilmesidir. Bugün dinletilmeye yeltenilen Musiki yüz ağartici değerde olmaktan uzaktir. Bunu açikça bilmeliyiz. Ulusal, ince duygulari, düşünceleri anlatan, yüksek deyişleri, söyleyişleri toplamak, onlari biran önce genel Musiki kurallarina göre işlemek gerekir. Ancak bu şekilde, Türk ulusal Musikisi yükselebilir, evrensel Musikide yerini alabilir”… Atatürk’ün bu sözleri radyodan alaturka denilen geleneksel Türk Musikisi yayinlarinin kaldirilmasi için bir işaret sayilmişti. Böylece, yeniyi yapmadan eskiyi yikmaya çalişan kolayci bir anlayişin Musiki alaninda geri tepen adimlarindan biri atilmiş oldu. Bu yanlişliklarin geri tepen ve tamiri güç yaralar açan bir başka örneği ise, müzikte devrim yapilmasi için tek sesli musikinin yasaklanmasi gayretleridir. Cemal Reşit Rey hatiralarinda bu olayi şöyle nakletmektedir: “Atatürk’ün direktifi üzerine bir müddet sonra Maarif Vekili ağabeydin Özmen, sekiz müzisyen olarak bizleri ( Cevat Memduh Atlar, Halil Bedii Yönetken, Hasan Ferit Alnar, Necil Kazim Akses, Ulvi Cemal Erkin, Nurullah Þevket Taşkiran, Cezmi ve beni) Ankara’da kongreye toplamişti. Toplanti açilip, nazikane nutuklarin teatisinden sonra, Maarif Vekili sevimli şivesiyle bizlere “Ey, hadi bakalim, Musiki inkilabi yapacakmişiz, bunu nasil yapacağiz?” demesi üzerine kongrede bir şaşkinlik havasi esmeye başladi. Toplanti dört saat kadar devam etti. Arada sirada Maarif Vekilini telefona çağiriyorlardi. Son telefondan sonra ağabeydin Özmen heyecanla bizlere “Paşa Çankaya’dan birkaç saattir telefon ettiriyor. Musiki inkilabi ne yoldadir diye soruyor?” dedi. Biz büsbütün şaşkina döndük. Ne gibi bir tavir alinacağini bir türlü kestiremiyorduk. Nihayet hatirlamadiğim birisi, memlekette tek sesli şarki söylemenin yasak edilmesi gerektiğini teklif etti. Bunun üzerine zannediyorum ben kalktim ve dedim ki, “Bir çoban, faraza davarlarini otlatirken, şarki söylemek ihtiyacini hissederse, ille köye gidip, bir ikinci çoban bulup, gel birader sen de şu ikinci sesi uydur da söyle mi desin?”. Nihayet bu tasavvur eriyip gitti. Bazi işgüzarlarca, tarihi ve geleneksel Türk Musikisine gereksiz bir düşmanliğin yaratilmak istenildiği siralarda, çok olumlu bazi çalişmalar da yapilmaktaydi. Bunlarin başinda Adnan Saygun’un Türk Halk Musikisi araştirmalari gelmekteydi. Saygun başka ünlü bir Halk Musikisi araştirmacisi olan Bela Bartok’un bir yazisinda Türk Halk musikisini, Arap ve iran müzikleri çerçevesinde değerlendirildiğini görmüş, kendisine bir mektup yazarak Türk Halk musikisinin özgür karakterini anlatmişti. Saygun’un yazisiyla ilgilenen Bartok, 1936’da davet üzerine Türkiye’ye geldi. Ankara’da üç önemli konferans verip, Adnan Saygun ile birlikte Anadolu’da Türk Halk müziği araştirmalarina katildi. Bartok konferanslarinda Macar halk musikisinin Asya kökenli oluşunu, bu bakimdan eski Kuzey Türk Musikisi kültürünün bir kolu sayilmasi gerektiğini vurgulamiş; Türklerin Kuzey müzik kültürleriyle, Güneyin islami müzik kültürleri arasinda bir köprü kurmayi başardiklarini belirtmiştir. Bartok’un Türk musikisinin tarihi önemini bu şekilde vurgulamasina rağmen ulusallik yerine evrensellik taraftarlari Ankara’da ağir basmaya başlamiştir. Bunun yani sira, esas itibariyla Saygun’dan pek farkli düşünmedikleri halde onun devlet merkezinde ve Atatürk’ün gözümde fazlaca sivrilmesinden gocunanlar, Saygun’un Bartok ile yakinliğina karşilik, o sirada Ankara’ya gidip gelmekte olan Alman besteci Paul Hindemith’e yakinlaşmişlardir. Bartok Türkiye’den ayrildiktan bir süre sonra Adnan Saygun rahatsizlanmiş, istanbul’da tedavi için Ankara’dan uzaklaşmiştir. Bu arada Ankara’da Alman kültürüne yakinliği olan bürokratik çevreler, Hindemith görüşlerine uygun bir konservatuar kurulmasi hazirliklarini geliştirmektedirler. 1935 yilindan beri araliklarla Türkiye’ye gelmesi sağlanan Paul Hindemith, kendisine rakip gördüğü Bartok’un çalişmalarini küçümsemektedir. Çevresine, halk Musikisi araştirmalarinin modasinin geçmiş olduğunu telkin etmektedir. Milli Musiki yerine uluslararasi sanat Musiki eğitimini öğütlemekte, Musiki Muallim Mektebinin yerli kaynaklara önem veren eğitimini beğenmemektedir. Kurulacak olan konservatuarin evrensel ölçülere göre eğitim yapmasini önermektedir. Hindemith’in gösterdiği yol üzerine Musiki Muallim Mektebinin yerini 1936 yilinda Devlet Konservatuari aldi. Hindemith’in Konservatuardaki idari yardimciliğina Necil Kazim Akses, Cumhurbaşkanliği Senfoni Orkestrasinin başina getirilen Alman şef Ernst Praetorius’un yardimciliğina Hasan Ferit Alnar tayin edildi. Atatürk’ün geleneksel Türk Musikisine sevgisi herkesçe bilinen bir gerçekti. Fakat devletin geleceğe yönelik kültür siyasetini kendi kişisel eğilimlerinden farkli tutuyordu. Cumhuriyet Türkiyesi’nin Musiki siyasetini bizzat kendisi belirlemişti. Senfonik orkestra, Musiki eğitim kurumu, yaratici sanatçi yetişmesini teşvik, Türk musikisinin senfonik orkestrayla çalinabilir biçimlere sokulmasi, sahne için müzikli Türk eserlerinin yaratilmasi… Atatürk’ün bu Musiki siyaseti geleneksel Türk Musikisine bir düşman kültürü muamelesi yapilmasindan çok farkli bir şeydi. Nitekim Vasfi Riza Zobu hatiralarinda, Atatürk’ün Dellalzade ismail Efendi’nin isfahan bestesini dinledikten sonra, kendisine bu konuda şunlari söylediğini belirtiyor: “Ne yazik ki benim sözlerimi yanliş anladilar. Þu okunan ne güzel bir eser. Ben zevkle dinledim. Sizlerde öyle. Ama bir Avrupaliya bu eseri böyle okuyup ta bir zevk vermeye imkan var mi? Ben demek istedim ki, bizim seve seve dinlediğimiz Türk bestelerini onlara da dinletmek çaresi bulunsun. Onlarin tekniği, onlarin ilmiyle, onlarin sazlari, onlarin orkestralariyla… Çaresi her ne ise, mesela Ruslar ne yapmişlarsa. Biz de Türk musikisini milletler arasi bir sanat haline getirelim. Türk’ün nağmelerini kaldirip atalim da sadece Bati musikisini alip kendimize maledelim, demedim…yalniz onlari dinleyelim demedim. Yanliş anladilar sözlerimi, ortaliği öyle bir velveleye verdiler ki ben de bir daha lafini edemez oldum…” Atatürk’ün 1938’de ölümünden sonra, onun halk Musikisi kaynaklarindan yararlanan çağdaş milli Musiki tezi geri plana atilmiş, Musiki eğitimi, yabanci hocalarin yönetiminde evrensel olma iddiasinda, memleketin özünden kopmuş bir yola sapmiştir. Buna geniş halk tabakalarindan tepkiler başlamiş, geleneksel Türk musikisini kendi radyolarinda dinleyemez olanlar, benzer bir Musiki için Arap radyolarinin tiryakisi haline gelmişlerdir. Misir filmleri ile ülkede yayginlaşan Arap Musikisi, devletin kendi kaderine biraktiği geleneksel Türk musikisini de, geniş ölçüde etki alanina almiştir. Atatürk’ün istediği yeni Türk toplumunun dinamizmine yaraşir, çağdaş bir ulusal Musiki idi. Bu Musiki en güçlü ifadesini, Türk bestecilerinin büyük çapli eserlerinde, senfonilerde, operalarda bulacakti. Ama Hindemith’in de telkinleriyle, ulusal Musiki yaraticiliğinin yerini, uluslar arasi sanat müziği eğitimi siyaseti almiş, bunun sonucu konservatuarlar Türk Musikisi özelliklerini bir kenara birakip, bati müziği eğitimine ağirlik vermişlerdir. Böylece orkestra konser programlarina, opera repertuarlarina, Türk bestecilerinin eserlerinin girmesi çok zorlaşmiş, Türkiye’de Musiki alaninda yaratici bestecilerden çok, yabanci eserlerin icraatlari önem ve değer kazanmiştir. Çok sesli müzik alanindaki bu yabancilaşma, geleneksel Türk Musikisi çevrelerini de tepkici bir hale getirmiş, milliliği tek seslilikten vazgeçmeme gibi yanliş bir tefsire bağlamişlar, ya da çok sesliliği Türk Musikisi sazlariyla elde etmeye çabalamak gibi başka bir çikmazin içine düşmüşlerdir. Bir karanlik gibi görünen bu duruma rağmen Türkiye’de Musiki meselesi aslinda hiç de umutsuz bir durumda değildir. Bağimsiz, milli, çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’ni ifade eden bir Musiki doğmuştur bile. Cumhuriyetin ilk Musiki direktiflerini bizzat Atatürk’ten alan Cemal Reşit Rey, Ahmet Adnan Saygun, Ulvi Cemal Erkin, Necil Kazim Akses, Hasan Ferit Alnar ve Ekrem Zeki Ün gibi bestecilerin eserleri, ulusal çağdaş Türk musikisinin temel taşlaridir. Bu büyük öncülerden sonra gelen besteciler, Bülent Tarcan, ilhan Usmanbaş, Nevit Kodalli, Ferit Tüzün, Muammer Sun, Cengiz Tanç, Kemal Sünder, Yalçin Tura, Okan Demiriş, Çetin Işiközlü senfonik eserleri, sahne için müzikleri, konser parçalari ile önemli bir Musiki birikimi ortaya çikarmişlardir. Bu birikim Cumhuriyetin Musiki birikimidir. Son söz olarak şunu söylemek gerekir. Atatürk’ün milli kültür siyaseti çerçevesi içinde bizzat tespit ettiği, Cumhuriyetin Musiki politikasinin temel kuruluşlari gerçekleştirilmiş, yaratici besteciler yetişmiş, büyük temsilci eserler ortaya konmuş, parlak icracilara da kavuşulmuştur. Fakat Atatürk’ün ölümünden sonra bu kuruluşlar Atatürk’ün çizdiği Musikide milli olma siyasetinden uzaklaşmişlar, çağdaş ve evrensel olma kaygisi ön plana geçmiştir. Fakat başlangiçta da belirttiğimiz gibi, bu tavir Cumhuriyetin temel kuruluş felsefesiyle çatişan bir davraniştir. Çünkü çağdaşlik Cumhuriyetin temel ilkelerinden biri olduğu kadar, milli olmak da ayni önemde unutulmamasi gereken öbür temel ilkedir. Cumhuriyetin, bağimsiz milli devletin varliğinin korunmasinda, musikiden bir milli ruh ve memleket sevgisi yaratilmasinin çok önemli rolü vardir. Atatürk’ün Musiki devrimiyle ulaşmak istediği amaç budur.

---------------------------

 

Wolfgang Amadeus Mozart

(Salzburg, 1756 - Viyana, 1791)

Dünyanın gelmiş geçmiş en büyük müzik dehalarından biri olarak kabul edilen Wolfgang Amadeus Mozart, 27 Ocak 1756’da Salzburg Başpiskoposu’nun Yardımcı Müzik Direktörlüğü görevini yapan, kemancı ve besteci Leopold Mozart’ın oğlu olarak dünyaya geldi.

Müzikte çok erken bir gelişme göstererek 3 yaşında piyano çalmaya ve 5 yaşında beste yapmaya başladı. Ablası Maria Anna da (1751–1829) başarılı bir yorumcuydu. Leopold yetenekli çocuklarını Avrupa’ya tanıtmaya karar verdi. İlk olarak 1762’de Münih ve Viyana’ya gittiler. Mozart bu tarihte ciddi bir eğitim almamasına karşın keman çalmaya da başlamıştı. 1763’ten 1766’ya değin süren ilk uzun turnede Münih, Augsburg, Frankfurt, Cologne, Brüksel, Paris ve Londra’ya gittiler. Paris’te Versailles Sarayı’nda 15. Louis ve Londra’da III. George tarafından kabul edildiler. Mozart Londra’da J.C Bach, Abel ve Manzuoli ile çalışma imkânı buldu. Hollanda ve Avusturya ziyaretlerinin ardından, Mozart ailesi 1766’da Salzburg’a geri döndü. 1767’de ikinci kez Viyana’ya gitti. 1769’a değin Bastien und Bastienne ve La Finita Semplice adlı iki opera besteledi. 1769’da, babası Mozart’ı İtalya’ya götürdü. Artık Mozart’ın dehası herkes tarafından kabul ediliyordu. Martini, Nardini ve Jomelli ile çalışma imkanı buldu. Allegri’nin Miserere adlı eserini ilk kez dinledikten sonra eksiksiz olarak yazması İtalya’da Mozart’a olan hayranlığı daha da artırdı. Aralık 1770’te Mitiridate, re di Ponto operası Milano’da gösterildi ve büyük başarı kazandı.

1777’de babasının sağlığı el vermediği için, Mozart turnelerine annesi ile devam etti. Münih, Augsburg ve Mannheim’in ardından 1778’te Paris’e geldiler. Annesi aynı yılın Temmuz ayında öldü. Paris o dönemde Piccini ile Gluck arasındaki çekişmeye odaklanmış olduğu için, Mozart’a fazla ilgi gösterilmedi.

Mannheim’da bulunduğu sırada 18 yaşındaki Aloysia Weber’e aşık oldu. Aloysia ile İtalya’ya gitmek istedi; ancak reddedildi. Morali bozuk ve sinirli bir şekilde Salzburg’a dönen Mozart artık keman çalmayacağını, sadece klavyeli enstrümanlar ve aryalar üzerinde çalışacağını söyler; ancak Sinfonia Concertante isimli keman ve viyola için konçertoyu besteler.

1781 yılında Salzburg Başpiskoposu’nun oyunları sonucu görevden alınır. Buna çok sinirlenen Mozart, hakarete uğradığını ve intikamını alacağını söyler; ama böyle bir durum olmaz. Viyana’ya yerleşen Mozart bu kez Weber ailesinin ortanca kızı Constanze’ye aşık olur ve evlenir. Weber ailesi Bohem tarzı yaşamaktadır. Constanze de aynı Mozart gibi elinde para tutmayı beceremez. Yine de bu evlilik Mozart’ı babasının baskısından kurtardığı için iyi olmuştur. Evliliğinin ardından Mozart verimli bir döneme girer. Her türde şaheser eserler verir. Le Nozze di Figaro (1786), Don Giovanni(1787) ve Cosi fan tutte (1790) operalarını besteler. Bu dönemde iyi gelir elde etmesine rağmen parayı elinde tutmayı bilemez. 9 yılda 11 kez ev değiştirir. Ayrıca mason olur. Müziğinin en güzel örneklerinden biri olan The Magic Flute operasını besteler.

Mozart ömrünün son dönemlerinde yine sıkıntılı günler geçiriyordu. Requiem üzerinde çalıştığı sıralarda böbrek yetmezliğinden 5 Aralık 1791’de öldü. Mezarının üzerine herhangi bir yazı yazılmadığı için tam olarak nereye gömülü olduğu bilinmemektedir. Requiem ise, öğrencisi Franz Xavier Sussmayr tarafından tamamlandı.

Mozart çok küçük yaşlardan itibaren saraylarda konserler vermiş, normal bir çocukluk yaşayamamıştır. Müzikte çok erken olgunluğa ulaşmasına karşın diğer konular göz önüne alındığında çocuk kalmıştır. Bunda yeteneklerini sömüren babasının da büyük payı vardır. Herkesten daha yetenekli olduğu için, diğer müzisyenler tarafından pek sevilmemiş, ömrünün büyük bölümünü iyi maaşlı bir iş arayarak geçirmiştir. Disiplinden uzak bir şekilde büyüyen Mozart’ın elindeki para da su gibi akıp gitmiştir.

Mozart’ın müziğinde mükemmel bir denge, berraklık ve duygusal yoğunluk vardır. Özellikle sonatlarında başka hiçbir bestecinin eserlerinde bulunmayan düzeyde tema bolluğu görülür.

Mozart eşsiz yeteneğiyle bütün müzik formlarında eserler verdi. 41 senfonisi, 27 piyano, 5 keman, 2 flüt, 4 korno, 1 klarinet konçertosu, 20 piyano sonatı vardır. Buna karşın Mozart’ın en başarılı eserleri operalarıdır. Canlı opera kişileri oluşturmakta başarısını ise ondan sonra yalnızca Verdi yakalayabilmiştir.

 --------------------------------------

Ludwig Van Beethoven bir dahi çocuk değildi. Delikanlılık çağında da öyle kimseye benzemeyen bir hava taşımıyordu. Ona bestecilik öğretmekte olan Albrechtsberger, "Beethoven şimdiye kadar bir şey öğrenemedi. Bundan sonra da öğreneceği yok. Besteci olarak ben onda en küçük bir ümit dahi göremiyorum" demişti. Beethoven'a  bir süre armoni dersleri veren Hayd bile, öğrencisinin meziyetlerini farkedememişti. Ama piyanosunun başına geçtiği zamanlar her şey değişiyordu. Daha küçük yaşta iyi bir piyanist olacağını ispat etmişti. Kısacık, küt parmaklarıyla piyanonun tuşları üzerinde harikalar yaratabilmekteydi. Babası, Bonn'da kilise korosunun şefiydi. Oğlu daha dört yaşındayken ona piyano ve keman dersleri vermeye başlamıştı.

 

Kabiliyetini ilk Mozart keşfetti

Johann Van Beethoven, içkiye düşkünlüğü yüzünden evini geçindirecek kadar paraya bir türlü sahip olamıyordu. Küçük Ludwig'in kabiliyetini keşfedince eve para getirsin diye onu yetiştirme işini üzerine aldı.



Gerçekten de Ludwig daha yedi yaşındayken halk huzurunda konser verecek duruma gelmişti. 13 yaşındayken sarayda org çalarak evin masraflarının bir kısmını ödeyecek hale geldi. Dört yıl sonra Viyana'ya gitti. Bir süre Mozart'tan ders aldı. Beethoven'in kabiliyetini keşfeden ilk müzik öğretmeni de Mozart'tır. Bir gün Beethoven evinde piyano çalarken Mozart onu odadaki dostlarına göstermiş, "Bu çocuğa dikkat edin. Birgün gelecek, bütün dünya ondan bahsedecek" demişti. Beethoven, 22 yaşında Viyana'ya yerleşti. Artık ellerinin ustalığı sayesinde kendi ayakları üzerinde duracak hale gelmişti. Piyanoda gösterdiği başarı sayesinde Prens Carl Lichnowski ile eşinin de dikkatini çekti. Avusturyalı aristokratlar müziğe çok meraklıydı. Asil karı koca Beethoven'i evlerine aldılar ve ona yılda 600 Florin ödemeyi kabul ettiler. Mozart için müzik şairi diyenler, Beethoven için hiç çekinmeden müzik filozofu demektedirler. Besteci "Kader" senfonisi adıyla anılan beşinci senfonisinde, felsefesini en ince noktalarına kadar anlatır, insanların kaderleriyle yaptıkları savaşın hikayesidir bu. Başlangıçta, insanoğlu kadere karşı açtığı savaştan galip çıkacak gibi görünmekteyse de, son zafer gene kaderin olacaktır...



Sağırlık onu insanlardan soğutur

Son zamanlarda kulakları da ağır duymaya başlayınca, sağırlık onu sadece cemiyetten, insanlardan uzaklaştırmakla kalmıyor, aynı zamanda çalışmalarını da güçleştiriyordu. Bestelediği eserleri duyamamak Beethoven'i çileden çıkarıyordu. Beethoven, dördüncü senfonisini neşeli bir aşk senfonisi olarak bestelemişti. Bestecinin üçüncü ve beşinci senfonilerinin yanında dördüncü senfoni biraz sönük kalmaktadır. Bu arada Beethoven, Fidelio operasını da bestelemeye başlamıştı (1804).

Çeşitli sıkıntılar ve artan sağırlık Beethoven'in gerektiği kadar fazla çalışmasına imkan bırakmıyordu. Sekiz senfonisini de 1815'ten önce bestelemişti. Dokuzuncu senfonisini ise 1824'ten önce tamamlayamadı. Dokuzuncu senfonisi o güne kadar bir benzerine daha rastlanmamış, inanılmayacak derecede güzel bir eserdi. Bu muazzam eser, ilk defa 7 Mayıs 1824 tarihinde Viyana Kraliyet Tiyatrosunda çalındı.


   Kulakları artık adam akıllı sağırlaştığı halde besteci eserinin idaresini başkasına bırakmak istememişti. Besteci şef değneğini eline aldıktan sonra konseri başından sonuna kadar hiçbir aksaklığa sebep olmadan idare etti. Konser bitiminde, alkışlara karşılık olarak halkı selamlamasını ona işaretle anlatmaya çalıştıkları zaman bestecinin üzüntüsü son haddini buldu. Dehşet içinde iki eliyle kulaklarını kapadı, hıçkıra hıçkıra ağlayarak salondan uzaklaştı. Kader, Beethoven'a en büyük darbesini indirmişti, ölümü de yakındı artık. Konser gecesinden sonra yatağa düşen Beethoven, aylarca ölümle pençeleşti ve bu sıra dışı müzik filozofu 1827'de 57 yaşında hayata gözlerini yumdu...

---------------------------------------

Johann Sebastian Bach

(Eisenach, 1685 - Leipzig, 1750)

Gelmiş geçmiş en büyük besteci ve orgculardan biri olan Johann Sebastian Bach, müziğin matematikçisi olarak da bilinir.

1685 yılında orgculuk yapan Johann Ambrious’un en küçük oğlu olarak dünyaya gelen Johann Sebastian 10 yaşında yetim kaldı. Bunun üzerine Ohrdruf’a giderek klavye ve org konusundaki ilk eğitimini ağabeyi Johann Cristian’dan aldı. 1700’de San Michel kilisesinde koroda çalışmaya başladı. 3 yıl boyunca bu görevde kaldı. Bu sırada orgcu George Böhm’den çok şey öğrendi. 18 yaşında Arnstadt’taki Neueskirche’ye orgcu olarak atandı. 1707 yılında kuzeni Maria Barbara ile evlendi. En güzel eserlerinden biri olan Re Minör Toccata ve Füg’ü (BWV 565) bu dönemde bestelemiştir. 1708’de Weimar sarayında işe başladı. Dük Wilhelm’in isteği üzerine, daha çok org üzerine yoğunlaştı. 1717’de dinî bestelere fazla ilgisi olmayan Anhalt-Köthen Prensi Leopold’un müzik yönetmeni olunca, oda ve orkestra müziğine ağırlık verdi. Birçok keman-piyano, viyola, gamba-piyano sonatı besteledi. Brandenburg Konçertoları’nı da 1721’de Köthen’de tamamladı.

1720’de eşini kaybeden Bach, 1721’de 20 yaşındaki Anna Magdelena Wilcken ile ikinci evliliğini yaptı. Bu sırada Köthen’de müziğe olan ilgi azalmış, Bach’in hayat şartları kötüleşmişti. Yeni iş aramaya başlayan Bach, San Thomas kilisesinde koro yöneticisi oldu ve ömrünün sonuna kadar bu görevi devam ettirdi. Bu dönemde 250’nin üzerinde kantat besteledi.

1740 yılında gözleri az görmeye başlamıştı. Bunun üzerine Haendel’in de sağlığını berbat eden John Taylor’a iki kez ameliyat olduktan sonra, ömrünün son yıllarını tamamen kör olarak geçirdi.

Bach yaşarken, org virtiözü olarak ün yapmıştı, müziği ise eski tarz olarak görüldüğünden, besteci olarak pek sevilmedi. Zamanında Telemann’in ününün yanına bile yaklaşamadı. Günümüzde yüzlerce eserinin yayınlanmasına rağmen, hayattayken sadece 12 eseri basılmıştır. Bach eserlerinin bugün bilinmesindeki en büyük pay ünlü besteci Mendelssohn’a aittir.

Bach ömrü boyunca hiç ara vermeden, bitmek bilmeyen bir verimlilikle beste yapmıştır. Müzik tarihinde en çok eser veren bestecilerin başında gelmektedir. Verimliliğini aile hayatında da sürdüren Bach’in 2 eşinden toplam 20 çocuğu olmuştur.

Müziği polifonik olarak eşsizdir. Barok olduğu kadar, Rönesans döneminden de izler taşır. Armoni ve melodi mükemmel olarak dengelenmiştir. Bach’in eserlerinde Fransız ve İtalyan müziğinin sentezini bulmak mümkündür. Hayatı boyunca Almanya dışına çıkmamış biri için yakaladığı kozmopolitlik ilginç bir durumdur. İtalyan yanını Vivaldi’nin Almanya’da yayınlanan eserlerini inceleyerek, Fransız yanını ise Almanya’da yaşayan Fransız klavsenci Froberger’den almıştır.

Hayatı boyunca opera dışındaki her türde eser vermiştir. Konservatif yapısından dolayı hiçbir yenilik yapmamasına rağmen; çalıştığı her türde en üst seviyeye ulaşmıştır. Wagner’e göre o, tüm müzik tarihindeki en büyük bestecidir.

-----------------------------

Peter Ilich Tchaikovsky

7 Mayis , 1840, Votkinsk, Rusya - 6 Kasim 1893, St. Petersburg, Rusya
Tchaikovsky’nin annesini " akut bir bicimde ice donuk bir cocugun tum atesliligiyle" sevdigi sikca yazilir. Bilinen o ki; annesi 1854’te koleradan oldugunde, 14 yasindaki Peter Illich ilk eserlerinden biri olan piyano icin walsi annesinin hatirasina yazdi. Sekiz yil sonra o zaman yeni acilan St. Petersburg Konservatuari’na girdi ve 1865’te Moskova Konservatuari’nda armoni profesoru oldu.

1860’larin sonu ve 1870’lerin basinda besteledigi eserler her ne kadar St. Petersburg’daki milliyetci bestecilerin eserleri ile benzesse de (Halk sarkilarini ele alisi ve Glinka’dan esinlenen armonisi) diger bazi besteciler, Tchaikovsky’nin muzigini fazla duygusal ve az "Rus" olarak degerlendirdiler. Yine de Tchaikovsky, 19.yuzyilin sonlarinin basta gelen Rus bestecisi haline geldi. Orkestra icin ve bale icin muzikleri ve operalari ve sanat sarkilari ile cok verimli bir besteci idi. 1893 Kasim’inda, Pathetique Senfoni’nin sefligini yaptiktan dokuz gun sonra oldu.

Tchaikovsky escinselligini bir sir olarak sakladi, kendisini bestelerine ve alkole vererek hayatinin buyuk bir bolumunu mutsuzluk ve yalnizlik icinde gecirdi. Ukrayna’da kizkardesinin evinde gecirdigi mutlu yazlar dahi kizkardesinin oglu Vladimir Davydov’a asik olunca icine dustugu sucluluk duygulariyla zedelendi. Evliligi seksuel problemlerine bir cozum olarak gordu ve muzigine hayran bir kadin kendisi ile iliskiye girince, bu kadina evlenme teklif etti. Bu evlilik yanlizca bir ay surdu ve felaketle sonuclandi: Tchaikovsky sinir krizi gecirdi, intihara tesebbus etti ve iki gun kendini bilmez halde yatti. Doktor ulkeyi terketmesini tavsiye etti. Sonraki iliskisi eserlerine hayran olan baska bir dul kadin, Nadezhda von Meck ile oldu; kadin yuzyuze tanismamayi sart kostu ve yanliz mektuplar araciligi ile gorustuler. Tchaikovsky’nin ruhsal durumu kotulesti ve 1890’da Meck aniden iliskilerine ve bestecinin aldigi harcliga son verdi.

Tchaikovsky’nin olumu ile ilgili pekcok teori ortaya sunuldu. Zamaninda yayilan dedikodulardan biri en son senfonisi Pathetique’nin basarisizligi uzerine intihar etmis olmasi idi. Bir baskasi, kolera epidemigi sehri sarmisken kaynatilmamis bir bardak su ictigi ve bu hastaliktan oldugu idi. Ancak 20. Yuzyilin ikinci yarisinda bilimciler su iki varsayimi ortaya koydular: seksuel davranislari yuzunden eski okulunda bir onur kurulunca yargilandi ve intihar etmesi emredildi, veya kraliyet ailesinin bir erkek uyesi ile romantik bir iliskiye girmesi uzerine zehirle intihari icin tesvik edildi.

Bugun Tchaikovsky butun zamanlarin en buyuk bestecilerinden biri sayiliyor; olaganustu melodik yaraticiligi, parlak orkestral yazisi, romantik ve tutkulu muzik duyarliligi hayranlik veriyor.


REYNALDO HAHN
9 Agustos, 1874, Caracas, Venezuela - 28 Ocak 1947, Paris, Fransa
Reynaldo Hahn Paris’e cocuk yasta gitti ve Konservetuar’da Jules Massenet’den ders aldi. 1934 yilindan 1945 yilina kadar Le Figaro’da muzik kritikligi yapti ve Paris Operasi’nin direktoru oldu. Jacques Offenbach’in stilini takip eden operetlerinden bazilari L'Île du Rêve ve Ciboulette’tir. Ayrica bale muzikleri (La Fête Chez Thérèse ve Le Dieu Bleu) ve Edmond Rostand, Sacha Guitry ve diger yazarlarin tiyatro eserleri icin muzik besteledi.

Hahn’in hatiralari zamanin muzik ve edebiyat yasantisini aydinlatmak acisindan cok deger tasir. En onemli iliskisi olan romanci Marcel Proust tarafindan yazilan cesitli biyografileri, Hahn’in escinselliginin nasil ele alindigini gormek acisindan cok ilginctir. Proust ve Hahn’in iliskisi, besteci 2 yasinda iken baslai ve iki yil surdu. (Hahn’in piyano suiti Portraits de Peintres, Proust’un siirlerinden esinlenerek bestelenmistir.) Proust’un biyografisini yazan George Painter, homofobik bir kucultme ile ekliyor: " Bu Sodom cukurunda Proust kendi kotu huylarini takip ederek, kendi gibilerine asik oluyordu (Reynaldo [Hahn] and Lucien [Daudet]). Edmund White, baska bir Proust biyografisi yazari, Proust’un roman karakteri Swan’in Odette’yi Paris’te geceyarisi arayisinin, Proust’un sevgilisi Hahn’I Paris’te bir gece umitsizce arayisinin ekosu oldugunu belirtiyor. Jean Yves Tadié, 1986’da yazdigi "Marcel Proust: Bir Biyografi" kitabinda Proust’un Jean Santeuil adli romanini Hahn’dan ayrildigi icin yazmayi biraktigini, cunku romani bu genc besteci icin yazmaya basladigini ekliyor.

Gunumuzde Hahn genellikle hala birkaci konser repertuarlarinda yer alan sarkilari ile aniliyor. Bu CD’de bulunan sarkilar, biraz daha az bilinen ve bestecinin ses icin yazarken ortaya cikan melodik ve zarif dogasini gosteren eserlerdir.


KAROL MACIEJ SZYMANOWSKI
6, Ekim 1882, Timoshovka, Ukrayna - 29 Mart 1937, Lausanne, Isvicre
Karol Szymanowski sanatla derinden ilgilenen bir ailenin cocugu olarak dogdu; kardesleri muzisyen, sair ve ressam oldular. Bestelemeye ve piyano calmaya cok kucuk bir yasta basladi ve 1901’de Varsiva’ya armoni, kontpuan ve kompozisyon ogrenmek icin gitti. Berlin ve daha sonra Viyana’ya gittiginde Debussy, Ravel ve Stravinsky’nin muzikleri etkisinde kaldi.

I. Dunya Savasi’nin patlamasi Szymanowski’nin ulkesine donmesine sebep oldu. 1914-1917 arasi Avrupa’nin muzikal toplumundan isole edilmis olarak pekcok besteler yapti, Islam kulturu, erken Hristiyanlik tarihi, eski Yunan drama ve filozofisi ogrendi.

Muzigi Paterewsky, Fitelberg ve ozellikle homoseksuel dogasini paylastigi Artur Rubenstein tarafindan yuceltildi. Chopin ve donemindekileri etkileyen Polonya milliyetciligi 19. Yuzyil boyunca etkisini gosterdi ve Rusya’nin baskilari sonucu daha da kuvvetlendi. Rus Ihtilali Szymanowski’nin savas zamani tecrit donemine son verdi. Guvenlik nedeniyle aile Timoshovka’da ihtilalciler tarafindan yerle bir edilen arazilerinden Elisavetgrad’a kactilar. 1919’da yeni cumhuriyetinilani ile Polonya’ya donduler.

Szymanowski Polonya halk lehcesiyle yakindan ilgilenmeye basladi ve Polonya milliyetine ozgu bir stil yaratmaya calisti. Atonal dagarcigini terk etti, bunun yerine tonal bir dil, aksak ritm ve Zakopane’de yasayan dagli Tatralar’in dolambacli melodileri ile calismaya basladi. Unu ulkesinde ve disarida buyumeye basladi ve 1927’de Varsova Konservatuari’and direktor oldu. (Bu konservatuar, 1930’da Varsova Muzik Akademisi adini aldi.) Hayatinin geride kalan yillari pek kolay gecmedi, devamli bir geliri olmadigindan devamli konserler vermek zorunda kaldi. Szymanowski’nin son yillari hastalik ile golgelendi, veremine faydasi olmasi icin Davos, Grasse, Cannes ve Lausanne’a seyahat etti ve bu sehirde 29 Mart 1937’de oldu.

Szymanowski 20. Yuzyilin en onde gelen Polonyali bestecisi kabul edilmektedir. Bu CD’de yer alan sarkilar kendisinin cok kisisel dagarcigi, sairane gorusu ve armonik ve teknik konulardaki gucunu gostermektedir.


FRANCIS POULENC
7 Ocak, 1899, Paris, Fransa - 30 Ocak, 1963, Paris, Fransa
Poulenc daha sonralari Rhone-Poulenc Kimya Sirketi’in kuracak olan ailenin tek cocugu olarak zengin bir sinifa dogdu. Bes yasinda poyano calmaya ve birkac yil sonra kendi kendine ogrendigi bestecilige basladi. Hayati boyunca bir bestecilik egitimi almadi.

Poulenc, Darius Milhaud gibi ister dini, ister komik eserler olsun, hep tonal muzik icinde eserler yazmaya inandi. 1937’de Hindemith’in de yazdigi gibi: " Muzik var oldukca hep Major gamdan cikacak ve Major gama geri donecektir. Bir ressamin ana renklerden, bir mimarin 3 boyuttan kacinamayacagi gibi, besteci de bundan uzak duramaz." Poulenc de yuksek stilli Richard Wagner’in mirasini reddederek, Igor Stravinsky’nin anti-Wagnerian modernizminden ilham aldi. Her ikisi de Wagnerianizm’e gosterdikleri ayni kararlilikla Schonberg’in oniki ton sistemine de sirt cevirdiler. Poulenc kendisini hicbir zaman buyuk bir oncu olarak gormedi ve 1942’de su yaziyi yazdi: " Igor (Stravinsky), Ravel ve Debussy gibi armonik bir yaratici olmadigimin farkindayim, ancak bence modern muzikte baskalarinin akortlariyla da muzik yapilabilir. Mozart ve Schubert icin de boyle degil miydi? Herneyse, zamanla benim armonik stilimin kisiligi daha bir ortaya cikacak. Ravel bir zamanlar ufak bir figur ve Debussy’nin taklitcisi sayilmiyor muydu?"

Benjamin Ivry Poulenc’in en son biyografisinde (Phaidon Press, 1996) bestecinin hayati sirasinda edindigi buyuk popularitenin escinsel muzik tarihi icin nasil bir donum noktasi oldugunu acikliyor. 1991’de Poulenc’in binden fazla kisisel mektubu ve skecleri halka acildigi zaman, bu dokumanlar hayatinin erken yillarinda kendisinin nasil bir ikilem icinde oldugunu da ortaya koydu: dindar bir Katolik olarak buyumus, genc iken cocuklugunun dini inanclarini ustunden atamayan ancak gelenege aykiri seksuel istahi ile barisamayan gevsek bir escinsel hayata atilmisti. Bazi yazarlar, Poulenc’in ilk acik besteci oldugunu kabul ediyorlar. Kendi seksuel hayatini acikca tartisiyor, Ikinci Dunya Savasi sirasinda Paris Nazi isgalinde ve diger escinsel artistler kapali kapilar ardinda iken, erkek refakatinin kolunda "Gay Paris" adli toplantilara katiliyordu.

Bugun Poulenc sarki formunun bir sanat formu olduguna dair derin anlayisi ile hayranlik kazaniyor. Sarkilari, bu CD’de de goruldugu uzere, lirik kaliteleri ve eslik ile sesin duyarli birlesimi ile takdir ediliyor. Diger pekcok piyano eserlerinde de oldugu gibi muzigi, parodiden trajediye ve dramaya, 18. Yuzyil Fransiz piyanosunun hafif, sehirli muzigi ile 20. Yuzyilin armonisini birlestiren bir genis palet iceriyor.


MARTIN HENNESSY
3 Ocak 1953, Newtown, PA, ABD.
Martin Hennessy New York’ta yasayan seckin bir piyanist ve ses egitimcisidir. Georgetown Universitesi ve Julliard’da Samuel Sanders ve Marshall Williamson ile gordugu egitim, pekcok onde gelen sarkici ile birlikte calismasina kendisini hazirlamistir. Dile ve siire olan derin ilgisi, eslik etme becerisi ile biraraya gelerek kendisini cok degerli bir resital partneri kilmaktadir. Bel Canto Trio ve Ambassadors of Opera ile Avrupa, Amerika ve Asya’da genis turlar yapti. Juilliard American Opera Center ve Carlo Bergonzi Bel Canto Seminar’da egitici olarak calisti.

Besteci olarak ASCAP ve Meet The Composer odulleri kazandi. Women’s Voices adli bir CD’de unlu besteci Ned Rorem ile birlikte eserleri seslendirildi. (Newport Classic Label NPD 85613) Besteleri Glendower Jones at Classical Vocal Reprints Yayinevi tarafindan yayinlanmaktadir. (www.classicalvocalrep.com) Manhattan’da verdigi konserler ile AIDS’I gorunur kilmayi hedef alan Pozitif Muzik Toplulugu’nun ana uyelerinden biridir. Promiyeri yapilan bestelerinden bazilari mezzo soprano, flut ve piyano icin Torch Song Sonata, solo flut icin Le Virus S’Amuse, soprano, cello ve bale icin Vocalise, kontr tenor, flut, cello, piyano ve perkusyon icin Benjamin Fraser’dir. Edgar Allan Poe’nun bir hikayesinden esinlenerek besteledigi Edgar adli muzikal Vital Theater Company tarafindan New York’ta seslendirilecektir.

Kendisine 1988 yilinda HIV (AIDS) teshisi konuldugundan beri, Hennessy bu hastaliga yaratici-manevi bir yaklasim gostermektedir. Bu yaklasimla Martin Hennessy, Londra Helios Center’da gorevli terapistler ile yilda uc gun Aydinlanma Oturumu duzenlemektedir. (ayrintili bilgi icin: www.heliosenlighten.com) Hennessy ayrica klasik sarkicilar icin bir pedagoji sayfasi olan www.musacom.com’da studyoda kayit yapmakta ve danismanlik gorevini surdurmektedir. Kendisinin Columbia Universitesi’nde Ingilizce diplomasi bulunmaktadir. Martin Hennessy Amerikan Dramatistler Birligi’ne uyedir.


CHARLES TOMLINSON GRIFFES
17 Eylul, 1884, Elmira, NY, ABD. - l 8 Nisan, 1920, New York City, NY
Konser piyanisti olmak uzere 1903 yilinda gittigi Berlin’de Griffes ilgisini ogretmeni Engelbert Humperdinck bestecilige cevirdi. 1907’de Amerika’ya dondu ve New York Eyaleti’nde Hackley School for Boys Okulu’nda muzik ogretmenligine basladi. Geri kalan tum hayatini bu eyalette gecirdi. Kendisi pek verimli bir besteci degildi, ancak herbir eseri yuksek kalitedir. Griffes Irlandali bir polisle romantik bir iliski yasadi ve cok genc yasta, 35 yasinda oldu.

Almanya’da egitim gormekle beraber Fransiz Izlenimciligi etkisi altinda kaldi. Amerika’nin cikardigi en duygulu izlenimci ton sairi olarak kabul edilmektedir. Karakteristik olarak esrarengiz bir kirilganlik, belirsiz tonalite ve melodi ve esligin arasindaki sinirlari bulaniklastiran bir stil icinde besteledi.

Ancak Griffes’in tini ve renge olan olaganustu kulagi kendisini Izlenimcilik’in otesine tasidi ve Oryental ve Rus muziklerinin etkisini uzerinde calistigi konularla birlestirerek orijinal ve kisisel bir anlati gelistirdi. Bu CD’de yeralan Griffes eserleri onun en guclu yonlerini yansitiyor: ses ve piyano arasindaki buyuleyici alisveris

 

Yeni Sayfa 1 18.221.176.186






Bilgileriniz sistemimize kaydedilmektedir.


Online
Müzik Dinlemek İçin Tıklayınız
 
Bugün 73467 ziyaretçi (158906 klik) kişi burdaydı!



 

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol